19 Eylül 2008 Cuma

Grip asisinin tam zamani


Prof. Dr. Tevfik Özlü, risk altındaki kişilerin fazla gecikmeden grip aşısı yaptırması gerektiğini, grip aşısı için en uygun zamanın, eylül-ekim ayları olduğunu söyledi.

Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları ve Tüberküloz Ana Bilim Dalı Başkanı Özlü, AA muhabirine yaptığı açıklamada, gribin ağır seyreden ve ölüme neden olabilen bir hastalık olduğunu belirtti.

Gribin asıl olarak solunum yollarında yerleşen ınfluenza A, B ve C virüslerinin neden olduğu, yüksek ateş ve yaygın kas ağrıları ve kırgınlık ile seyreden, toplumda aynı anda bir çok kişiyi hastalandırıp çok sayıda ölümlere yol açan, kolay yayılabildiğinden salgınlar yapan bulaşıcı bir hastalık olduğuna dikkati çeken Özlü, şöyle devam etti:

''Grip, asıl olarak, virüsü taşıyan hasta kişilerin solunum yolu salgılarıyla ve bunlarla bulaşmış eşyalar vasıtasıyla yayılır. Çok kolay bulaşmakta ve hızla yayılmaktadır. Özellikle okullar, yurtlar, kışlalar, kahvehaneler, huzur evleri gibi kalabalık ve topluca yaşanan ortamlar hastalığın yayılmasında önemli rol oynar. Gripten korunmak için düzenli yaşamak, uyku ve dengeli beslenmeyi ihmal etmemek, alkol ve sigara alışkanlığını sınırlamak ve eğer varsa zemindeki kronik şeker, kalp, akciğer hastalıklarının bakım ve tedavisini usulüne göre yaptırmak gerekir.''

''GRİP AŞISI RİSK ALTINDAKİ KİŞİLERE ÖNERİLİR''

Özlü, gripten korunma amacıyla aşılar da geliştirildiğini, ancak aşıların herkese değil, risk altındaki kişilere önerildiğini ifade ederek, şunları söyledi:

''65 yaşını geçmiş, KOAH, astım gibi müzmin bir akciğer hastalığı ya da şeker, kalp, böbrek hastalığı gibi kronik rahatsızlığı olanlar, hastanede ve huzurevlerinde çalışanlar, kış veya bahar aylarında doğum yapacak gebeler, sık sık seyahat eden, insanlarla yoğun teması olan kişiler, daha fazla gecikmeden bir doz grip aşısı yaptırmalıdır. Bu riskleri taşımayanların grip aşısı yaptırmaları şart değildir.''

Eylül-ekim aylarının grip aşısı için en uygun zaman olduğuna dikkati çeken Özlü, grip aşısı bu dönemde yaptırıldığında, grip salgınlarının başladığı kış ayları içerisinde bağışıklığın en yüksek düzeyde olacağını söyledi.

Özlü, grip aşısının her yıl tekrarlanması gerektiğini sözlerine ekledi.

3 Eylül 2008 Çarşamba

Sakiz çiğnemek strese iyi geliyor



Stresi artırıcı ve verimi engelleyici birçok faaliyeti yapmaları istenen yaş ortalaması 22 olan 44 kişi 2 gruba ayrıldı.

Bu faaliyetleri yaparken sakız çiğnemesi istenen gruptakilerin stres oranının, sakız çiğnemeyenlere göre yüzde 10-17 az olduğu, stres hormonu kortizolün az salgılandığı görüldü.
Araştırmacılar ayrıca sakız çiğneyenlerin faaliyetlerdeki genel başarısının diğerlerine göre belirgin oranda fazla olduğunu tespit etti.

Araştırma sonuçları uluslararası bir kongrede sunulsa da araştırmanın bir bölümüne, dünyanın ilk sakız üreticisi Wrigley grubuna bağlı Wrigley Bilim Enstitüsü'nün mali destek vermesi dikkat çekici.

Ayrıca yere atılan sakızların ayakkabının tabanına yapışmasının yarattığı stresin ne oranda olduğu bilinmiyor.

Wrigley Bilim Enstitüsü'nün geçen yıl Japonya'da dokuz kişi üzerinde yaptığı bir araştırmada, sakız çiğnemenin beyindeki kan akımını yüzde 40 artırabileceğini ve hafızayı olumlu etkileyebileceğini göstermişti.

28 Mayıs 2008 Çarşamba

Coca Cola'da kansorejen madde



Sudan sonra en çok tüketilen Coca Cola'da bulunan E211maddesinin siroza neden olduğu ortaya çıktı. DNA bozukluğuna da yol açan E211 ürünlerden çıkarılacak.

Piyasaya çıktığı ilk günden beri içerisindeki katkı maddelerini bir sır gibi saklayan Coca Cola firmasının sırrı sonunda çözüldü. Yapılan araştırmalarda Coca-Cola'nın içerisinde E211 (Sodyum Benzoat) maddesinin bulunduğu saptanmış, firma uzun süre bu iddialara karşı sessiz kalmıştı.

Sodyum Benzoat maddesi siroz, parkinson gibi hastalıklara davetiye çıkarıyor, hiperaktivite bozukluğuna neden oluyor ve DNA'ya zarar veriyor.
KÜFLENMEYİ ÖNLÜYOR
Genel olarak gazlı içeceklerin birçoğunda bulunan ve küflenmeyi önleyen bu maddenin C vitaminiyle karşılaşınca kansorejene dönüştüğü belirtildi.

Coca Cola firması ilk olarak Diet Colalar'dan bu maddeyi çıkartacaklarını ve yıl sonuna kadar tamamen kullanımdan kaldıracaklarını açıkladı. Firma sözcüsü bu maddeyi kullanmayı bırakacaklarını açıklasa da Sodyum Benzoat'ın yerini tutacak başka bir bileşen bulamadıklarını da itiraf etti.
bugün

6 ayda 2 beden zayıflamak isteyen varmı


Yemek yemeye başladığınız an tokluk hissi yaşayacaksınız.
İngiliz bilim adamları, yemek yemeye başladığınız an tokluk hissi yaşamanızı sağlayacak mucize bir hap geliştirdi. İngiliz Daily Mail gazetesinin haberine göre, yeni zayıflama hapı 3 yıl sonra piyasaya çıkıyor.

Beynin iştah bölümünü kontrol eden bu mucize hapla 6 ayda 2 beden zayıflamak mümkün olacak. Diyet yapan kadınların kurtarıcısı olan bu hap zayıflamak için aç kalmak zorunda kalan kadınların derdine çare bulacak çünkü bu haplardan alan kişiler pek fazla açlık hissi yaşamayacak.

7 Mayıs 2008 Çarşamba

Saglıklı yaşam ve spor


Her birey farklıdır ve her birey için farklı öncelikler söz konusu olabilir. Bireyin yaşı, kondisyon düzeyi, sağlık durumu gibi çok çeşitli değişkenler egzersiz programının içeriğini etkilemektedir. Özellikle belli bir yaş üzerinde egzersiz yaparken veya egzersize yeni başlayanların dikkatli olması gerekir.

Ailesinde kalp hastalığı hikayesi bulunan, sigara içen, kolesterol, tansiyon, şeker problemi olan, fazla kilo veya stresli bir yaşam tarzı bulunan bireyler bu sayılanlardan biri veya bir kaçına sahipse muhakkak bir spor hekimi kontrolünden geçtikten sonra spora başlamalarında fayda bulunmaktadır. Günümüzde en sık gözlenen hastalıklar olan kalp-damar rahatsızlıkları (tüm ölüm nedenlerin %50’si) çok erken yaşlarda başlamakla beraber, özellikle erkekler için 35, kadınlar için 40 yaşından sonra önemli bir risk oluşturmaktadır. Özellikle egzersiz esnasında nefes darlığı, göğüs ağrısı gibi şikayetleri olanların muhakkak bir check-up’ tan geçmesi gerekir.

Hangi Egzersiz, Ne Sıklıkta, Hangi Yoğunlukta ve Ne Kadar?


Egzersizin bahsettiğimiz hastalıklardan korunma, kondisyonun gelişimi ve kilo verilmesi gibi faydalarından yararlanılabilmesi için bilinçli yapılması gerekir. Büyük kas gruplarını kullanıldığı yürüyüş, bisiklet, jogging, koşu, yüzme, tenis gibi sportif aktiviteler sağlık için daha faydalı bulunur. İspatlamış herhangi bir sağlık problemi bulunmayan bireyler bu sporları ideal olarak her gün, ama haftada en az 3-4 gün yapmalıdırlar. Bu konudaki en iyi davranış egzersizin yemek yemek, dişleri fırçalamak gibi bir yaşam alışkanlığı halini almasıdır.
Egzersizin süresi en az yarım saat, ideal olarak 45 dakika sürmesi gereklidir ve efor süresince egzersiz herhangi bir kesintiye uğramamalıdır. Örneğin tempolu yürüyüşlerde 20 dakika kadar egzersize devam ettikten sonra bir 10 dakika soluklanma veya vitrin bakma gibi verilen aralar egzersizin etkinliğini sıfıra indirir. Çünkü vücudumuz egzersize başladıktan ortalama 20 dakika sonra enerji kaynağı olarak yağlar yanmaya başlar ve eğer egzersiz 30-45 dakika kesintisiz sürerse, egzersizden sonra bile 1 ila 4 saat yağlar yanmaya devam eder.
Egzersiz yapılırken dikkat edilmesi gereken en kritik nokta yapılan eforun şiddeti, yani yoğunluğudur. İdeal olarak spor hekiminizin size yaptığı ergospirometrik efor testi sonucu egzersiz nabzı belirlenebilir. Her birey için bu egzersiz nabzı değişir ve bu limitler aşılmamalıdır. Bir hekim tavsiyesi alma imkanı yok ise eforunuzun yoğunluğu; siz egzersiz yaparken ıslık çalmanızın veya yanınızdaki ile konuşmanızın mümkün olacağı bir egzersiz şiddetinde olması gerekir. Tabii egzersiz yoğunluğu çok hafifte olmamalıdır ve egzersiz esnasında tatlı şekilde bir ter atmanız gerekir.
Kaliteli ve üretken bir yaşam sürmek ve hastalıklardan korunmak için spora ideal olarak çocukluk yıllarında başlamak gerekir. Ancak spora başlamak için hiçbir zaman geç kalmış sayılmayız. 70 yaşında eklem sertliği ve kemik erimesi olan, hiç egzersiz yapmamış ev hanımlarına bile ilaç tedavisinin yanında tedavi olarak egzersiz yapılması önerilir.

En faydalı sebzeler


Tüm sebzeler besleyici ama özellikle beş tanesi diğerlerinden daha özel öneme sahip. İşte o beş multivitamin kaynağı besinler...

İster koyu yeşil olsun isterse kırmızı, isterse portakal rengi veya sarı, bütün sebzeler harika birer besleyici ve vücudumuzu hastalıklara karşı dirençli hale getiriyorlar. Herbirinin ayrı yararları olmakla birlikte, düzenli olarak alındıklarında vücudumuz için en yararlı sebzeler şunlar:

Ispanak, iyi bir folik asit kaynağı, kansere karşı koruyucu etkisi var, A vitamini ve kalsiyum içeriyor; havuç, mükemmel bir A vitamini kaynağı; tatlı patates, A ve C vitaminleri içeriyor; brokoli, A ve C vitaminleri ile folik asit içeriyor; sarımsak, kansere karşı etkili pitokimyasallar içeriyor.

7 Nisan 2008 Pazartesi

Kim demiş kahve zararlı diye!



Üstelik sağlığa yararlı olduğu bilinen yeşil çaydan 6 kat daha yararlı...


Kahve tıp dünyasının en çok tartıştığı tüketim maddelerinden biri. Son yıllarda yapılan çalışmalar, kahvenin faydalı özellikleri olduğunu gösteriyor. Kahvede bulunan polifenollerin antioksidan özelliklerinden dolayı insan sağlığına faydalı olduğu biliniyor. Kalp damar hastalıkları ile kanser riskini azalttığına dair de bulgular olan bu bileşiklerin Alzheimer hastalığının başlangıcını da geciktirdiği çalışmalarla destekleniyor. Polifonel açısından zengin bitkilerden biri de kahve çekirdekleri. Diyetisyen Ece Nevra Durukan 6. Uluslararası Beslenme ve Diyetetik Kongresi'nde kahveyle ilgili ilginç bir oturum gerçekleştirdi.


Durukan, "Bir fincan kahvede 150-550 miligram polifenol var. Tip 2 diyabet, Alzheimer ve mental sağlık üzerinde olumlu etkileri mevcut. Kahvenin antioksidan aktivitesi yeşil çaydan 6 kat fazla. Günlük ihiyacımızın yüzde 64'ü kahveden sağlanabiliyor. Vücuttan su kaybına negatif etkisi var. Parkinson'a yakalanma riskini yüzde 30 azaltıyor.

5 Nisan 2008 Cumartesi

Horlamaya kesin çözüm bulundu


Bandırma Güven Karahan Devlet Hastanesi'ne alınan özel bir cihaz sayesinde, horlamaya sebep olan rahatsızlıklar, 15 dakika süren ağrısız ve kansız bir operasyonla tedavi ediliyor.

Bandırma Güven Karahan Devlet Hastanesi Başhekim Yardımcısı ve Kulak burun bogaz Hastalıkları uzmanı Op. Dr. Tevfik Gürel, Bandırma'ya ilk defa getirilen radyo frekans cihazının horlamaya sebep olan burun etlerinde şişmeler, küçük dil büyümesi, yumuşak damağın sarkması gibi rahatsızlıkların tedavisinde kullanıldığını söyledi.

Cihaz sayesinde hastaların kansız, ağrısız ve ayakta tedavi edilebildiğini belirten Gürel, “Cihazla yapılan tedavide burun etleri ve küçük dil küçültülüyor, damak sarkmasını önlüyor. Horlamanın nedenleri arasında olan burun etlerinde şişmeler, küçük dil büyümesi, yumuşak damağın sarkması gibi rahatsızlıklar ağrısız, kansız ve kısa sürede tedavi ediliyor. Yaklaşık 15 dakika süren tıbbi müdahaleyle hastalar bu rahatsızlıklarından kurtuluyor. Hasta cihazla yapılan tedavinin ardından ayağa kalkarak, yatmasına gerek kalmadan hastaneden ayrılıyor. Bu rahatsızlıklar ortadan kalktığı için horlama kesiliyor” dedi.

4 Nisan 2008 Cuma

Bilinçsiz diyet kanser yapıyor



Hem de yüzde 35 oranında tetikliyor. Peki nasıl önleyebiliriz?


Denizli Devlet Hastanesi radyasyon onkoloji uzmanı Dr. Erdem Tuvay, bilinçsiz yapılan diyetin kanseri tetiklediğini belirterek, kanseri önlemek için ideal kilonun korunması gerektiğini dile getirdi.Dr. Tuvay, 1-7 Nisan Kanser Haftası dolayısıyla yaptığı açıklamada, kanserin yaklaşık üçte ikisinin önlenebildiğini, erken teşhis konulduğunda ise 10 hastadan dokuzunun tedavi edilebildiğini söyledi.


Gelişmiş batı ülkelerinde yaklaşık her dört ölümden birinin kansere bağlı olduğunu vurgulayan Tuvay, kanserin kalp damar hastalıklarından sonra ikinci sırada ölüme sebep olan hastalık grubu olduğu ifade etti.


Erdem Tuvay, "Kanseri yüzde 35 diyet, yüzde 30 sigara, yüzde 4 mesleki etki, yüzde 3 alkol, yüzde 2 çevre kirliliği ve yüzde 1 yiyeceklerdeki katkı maddeleri tetikler. Amerikan Kanser Derneği, kanseri önlemek için ideal kilonun korunması, çok yönlü beslenme, günlük diyette sebze ve meyveler bulundurulması, yüksek fiber içerikli (lifli gıdalar) yiyeceklerle beslenilmesi, tuzlanarak, tütsülenerek ve nitritlerle korunarak saklanan yiyeceklerden uzak durulması gerektiğini belirtiyor." dedi.


Mümkün olduğu kadar doğal gıdaların yenmesini de tavsiye eden Dr. Tuvay, "Suni tatlandırıcı, koruyucu ve katkı maddesi kullanılan gıdalardan uzak durulmalıdır. Yine zeytinyağı başta olmak üzere sıvı yağlara öncelik tanınmalı, margarinden uzak durulmalı, tereyağı ve iç yağı kontrollu yenmelidir. Beyaz et ve balığa öncelik tanınmalı, kırmızı ette de kontrollu olunmalıdır" şeklinde konuştu.Kansere yakalanmamak için yiyeceklerin pişirilmesine de dikkat edilmesi gerektiğini belirten Tuvay, şunları söyledi: "Ayrıca stresten uzak durulmalı, düzenli uyunmalı, çevre toksinlerinden ve sigaradan uzaklaşılmalıdır.


D vitamini düzeyinizi yükseltmek için dengeli güneşlenilmeli ya da vitamin takviyesi alınmalıdır. Egzersiz yapılmalı, işlenmiş soya ürünü yenmemelidir. Yemekler, alışılmış yöntemlerle (buğulama, buharda pişirme) pişirilmelidir. Hızlı pişirme yöntemleri (mikrodalga gibi) besin kayıplarına yol açar, ayrıca kanserojen madde oluşturur. Daha çok toprak (güveç), cam ya da kalaylı bakır kapları tercih edin. Emaye ve çelik tencere daha sonraki tercihlerdir"


Dr. Erdem Tuvay, kanserin belirtilerini ise şöyle sıraladı: "İdrar ve dışkı alışkanlıklarında değişiklik, iyileşmeyen yaralar, olağan dışı kanama veya akıntılar, bedenin herhangi bir yerinde büyümüş beze ya da şişlik, yutkunmada zorluk ya da sindirim güçlüğü, et beni gibi lezyonlarda kısa sürede belirgin değişim, sürekli öksürük ya da ses kısıklığı"Kanserin erken teşhisle yüzde 50 olan iyileşme oranının yüzde 95'lere yükseltilebileceğini vurgulayan Tuvay, böyle bir durumda tedavinin de daha kolay ve ucuz olacağını sözlerine ekledi.

Dikkat bebeğiniz sağır olabilir



Acıbadem Kadıköy Hastanesi KBB Uzmanı Prof. Dr. Haluk Özkarakaş, hamilelikte kullanılan ilaçların bebeğin işitmesine zarar verebileceği uyarısında bulundu.

Prof. Dr. Özkarakaş, kulağın vücutta hem işitme, hem de dengeyi sağlamakla görevli bir organ olduğunu belirterek, işitmenin olabilmesi için seslerin varlığının anlaşılması ve kelimelerin tanımlanması gerektiğini kaydetti. "İşitme kayıpları kalıtımsal nedenler, annenin hamileliğinde kullandığı ilaçlar ve anne karnında alınan radyasyona bağlı olarak bebekte iç kulak hasarıyla ortaya çıkabiliyor'' diyen Özkarakaş, yaşlılardaki işitme kayıplarında genellikle klasik işitme cihazlarının işe yaradığını belirtti.


YÖNTEMLER FARKLI Özkarakaş, erişkinlerde ve yeni doğmuş işitme kayıplı bebeklerde iç kulak tipi işitme kaybı tedavisinde daha farklı yöntemler benimsenmesi gerektiğini belirtti. Özkarakaş, bunun da biyonik kulak uygulaması olduğunu kaydetti. Biyonik kulağın, bir mikrofon ve kulak arkasından gelen sinyalleri dijital sinyallere çeviren bir işlemciden oluştuğunu anlatan Özkarakaş, işlemcinin bu dijital sinyalleri, bir kablo ve mıknatıs yardımıyla kafa derisi altında kemiğe açılan yuva içine yerleştirilen bilgisayar çipine ulaştırdığını dile getirdi.

31 Mart 2008 Pazartesi

Sigara aklandı



Diş taşına sigara değil, tükürük neden oluyor.


Diş taşının oluşumuna, birçok kişinin sandığı gibi sigaranın değil, tükürükteki kalsiyum tuzlarının neden olduğu belirtilirken, tütündeki katranın yalnızca var olan diş taşının rengini koyulaştırdığı ifade edildi.


Çukurova Üniversitesi Dişhekimliği Fakültesi Dekanı Prof. Dr. İlter Uzel yaptığı açıklamada, tükürük bezlerinin günde yaklaşık 5 litre tükürük salgıladığını ve bu sıvının içinde bulunan kalsiyum tuzlarının bakteri plağının etkisiyle dişe yapışarak, taş oluşumuna yol açtığını söyledi.

Prof. Uzel, diş taşı oluşumunun sigaraya bağlı olmadığını, tütündeki katranın, var olan diş taşı üzerine çökerek kahverengi bir görünüm verdiğini, böyle olunca da diş taşının yeni oluştuğunun sanıldığını ifade etti. Diş taşının en çok alt çenede, kesici dişlerin dile bakan yüzlerinde ve üst birinci azılarda görüldüğünü ifade eden Prof. Dr. Uzel, "Bunun nedeni, dil altı, çene altı ve kulak önü tükürük bezlerinin buralara açılmasıdır" dedi.


-SİHİRLİ SÖZCÜK TEMİZLİK-Kalsiyum tuzlarının, salgılanan tükürük nedeniyle herkesin ağzında bulunduğuna, ancak bazı kişilerde hemen hemen hiç diş taşı oluşmadığına dikkat çeken Prof. Dr. Uzel, “Buradaki sihirli sözcük temizliktir” dedi.


Kalsiyum tuzlarının, diş üzerindeki bakteri plağının etkisiyle dişe yapıştığını ve taşın bu şekilde oluştuğunu belirten Prof. Dr. İlter Uzel, şöyle devam etti:“Dişlerde bakteri plağı yoksa kalsiyum tuzları dişe yapışamaz. Bakteri plağı oluşmaması için de dişlerin ve dişetinin düzenli fırçalanması gerekir. Dişeti hastalıklarından, çürüklerinden, ağız-diş sağlığı hastalıklarından ve diş taşından korunmanın en iyi yolu fırçalamadır.


Diş taşı doğal bir yol olan tükürükten oluşur. Ancak ağızda yabancı bir cisimdir ve ortadan kaldırılması gerekir.”Diş taşı temizliğinin uzmanlarca ve özel aygıtlarla yapılması gerektiğini vurgulayan Prof. Dr. Uzel, “Diş taşlarının temizlenmesi genel olarak tehlikeli değildir. Bazı kişilerde diş taşı temizlendikten sonra sıcak ve soğuk yiyecek ve içeceklere karşı hassasiyet oluşabilir.

Ancak bu da düzenli fırçalama ile kısa sürede geçer” dedi. Bazı ilerlemiş vakalarda ise diş taşının dişetinin hem altında hem de üstünde birikebileceğine işaret eden Prof. Dr. Uzel, “Bunlar periodontologlar tarafından özel yöntemlerle temizlenir. Bu durumda dişlerde az da olsa sallanma görülebilir. Ancak çalışma sonrası alınacak önlemlerle sorun en aza indirgenir” diye konuştu.

5 cm uzamak ister misiniz?



Her yaşa geçerli. Hem de 90 dakika içerisinde...


Tıpta çareler tükenmiyor. Beş santim daha uzun olmak isteyenler artık topuklu ayakkabılarına veda edebilir!90 dakika süren bir operasyonla beş santim daha uzun görünmek artık çok kolay.Kafatası ve kafa derisi arasına yerleştirilen bir silikon sayesinde normalden biraz daha kısa olan insanların yardımına koşan bu yeni uygulama, lokal anesteziyle gerçekleşiyor.


Hasta sadece bir gece hastanede kalıyor. Ertesi gün ise daha uzun bir insan olarak bıraktığı hayata geri dönüyor.Özellikle askerlik, polis memurluğu, hosteslik ve modellik gibi boy standardı gerektiren meslek gruplarına dahil olmayı kıl payı kaçıranlar için 'kafadan 5 santim uzamak' mümkün.


Bu operasyonun bedeliyse 8 bin dolar.Madrid'deki kliniğinde 'kafadan boy uzatma tekniği'ni geliştiren Dr. Luis de la Cruz, şuana kadar 47 hasta üzerinde oprasyonu başarıyla gerçekleştirdi. Işık (La Luz) Kliniği, bu ameliyatın dünyada şimdiye kadar yapıldığı tek yer.22 yıldır plastik cerrahi alanında çalışan 47 yaşındaki doktor, hostes olmak isteyen bir hastasının bu hayale operasyon sayesinde kavuştuğunu söylüyor.


İnsan boyunu ortalama 3 santim, en fazla 5 santim kadar uzatan bu yönteme başvurmadan önce dikkate alınması gereken tek bir nokta var. O da kişinin yüz şekli. Yuvarlak yüz hatlarını uzun ve ince hale getiren bu operasyon zaten uzun ve ince hatlara sahip olan bireylerde ise fazla yapay duruyor.


Doktorun bir hastası ameliyatı olduktan sonra hayatının değiştiğini ve artık farklı bir insan olduğunu söylüyor.


Kafadan 5 santim uzamak, insana farklı bir görünümün dışında, özgüven de getiriyor olmalı.

29 Mart 2008 Cumartesi

Anne sütü, aşı, vitamin güvenlik ağına sahip çocuk sağlıklı...


TÜRK ÇOCUKLARININ İLK 5 YAŞ GÜNCEL BÜYÜME STANDARTLARI VE GELİŞMELERİN

DEĞERLENDİRİLMESİ


İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Sosyal Pediatri Bilim Dalı ve Çocuk Sağlığı Derneği işbirliğiyle Türk çocuklarının ilk 5 yaştaki güncel büyüme standartlarının belirlendiği bir araştırma gerçekleştirdi.


Son 30 yılda ortaya çıkan gelişmeleri kapsayan araştırmanın sonucuna göre; anne sütü, aşı ve vitamin desteği güvenlik ağına sahip çocuklar, büyüme gelişme kapasitelerinin tamamını en iyi biçimde kullanıyor.


İstanbul Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Sosyal Pediatri Bilim Dalı Çocuk Sağlığı İzlem Polikliniği, Çocuk Sağlığı Derneği işbirliği ile Türk çocuklarının ilk 5 yaştaki büyüme standartlarında son 30 yılda ortaya çıkan gelişmeler ve bunların uluslararası veriler ile karşılaştırılmasını ortaya koyan bir araştırma gerçekleştirdi.


İstanbul Üniversitesi Çocuk Sağlığı Enstitüsü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Gülbin Gökçay, Çocuk Sağlığı Derneği Başkanı Prof. Dr. Olcay Neyzi ve Boğaziçi Üniversitesi Çevre Bilimleri Enstitüsü’nden Doç. Dr. Andrzej Furman tarafından, Çocuk Sağlığı Derneği’nin desteği ile yürütülen araştırmanın sonuçları açıklandı.


“Türk Çocuklarının Güncel Büyüme Değerleri ve Beslenmede Yeni Bilgiler” konulu toplantıda konuşan Prof. Dr. Gülbin Gökçay, halen 30 yıl önce yapılan yerel değerlere göre değerlendirilen Türk çocuklarının bu araştırmadan sonra güncel verilerle, daha sağlıklı bir büyüme standartlarına kavuşacağını söyledi.


Türk çocuklarının yeni standardını oluşturan çocukların büyük bir kısmının orta gelir düzeyinde, doğumdan itibaren altı ay yalnız anne sütü ile beslenmiş, iki yaşında kadar emzirilmeleri desteklenmiş, gerekli vitamin destekleri yapılmış, aşıları yaşına uygun eksiksiz yapılmış çocuklar olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Gülbin Gökçay, “Araştırmamız böyle bir güvenlik ağı içinde yetiştirilen çocukların, yüzyılın eğilimini yaşadıklarını, diğer bir deyişle büyüme gelişme kapasitelerinin tamamını en iyi biçimde kullanabildiklerini göstermektedir” dedi.


Prof. Dr. Gülbin Gökçay, elde edilen sonuçların, Türk çocuklarının 1978 yılına ait değerleri yanında İsveç ve ABD’de yaşayan çocukların güncel değerleri ve Dünya Sağlık Örgütü tarafından oluşturulan büyüme eğrileri ile de karşılaştırıldığını belirtti.


ARAŞTIRMA KAPSAMI:

Kesitsel tipteki araştırmada düzenli olarak Sağlam Çocuk Kliniği’ne kontrole getirilmiş toplam 4493 çocuğa ait 19523 ölçüm değerlendirildi.


Orta-üst sosyo-ekonomik sınıftaki ailelerin çocukları: Sekiz yılın üzerinde eğitim almış anne oranı % 62.8 Annelerin % 36’sı çalışıyor Çocukların % 62’si tek ve ilk çocuk Standartların oluşturulmasında LMS olarak tanımlanan özel bir yöntem kullanıldı.


Çocukların 2391’i erkek ve 2102’si kız idi. Çocukların % 62 sinin 4 aylığa kadar, % 26.6 sının 6 aylığa kadar tek başına anne sütü ile beslenmiş oldukları saptandı. Çocuk başına ortalama ölçüm sayısı 8.3 ± 3.6 idi. Bir aylık erkek bebekler aynı yaştaki kız bebeklerden 0.9 cm uzun, 290g daha ağır, baş çevreleri ise 0.8 cm daha büyük idi.

Beş yaşındaki erkek çocuklar kızlardan 1.3 cm daha uzun, 120 g daha ağır idi. Doğumdan itibaren vitamin desteği yapılmış ve eksik aşısı olmayan çocuklar: Bir yaşında tam aşılı çocuk oranı: % 100 D vitamini eksikliği saptanan çocuk oranı: % 1 Kansızlık görülen çocuk oranı: % 18.3


ARAŞTIRMA SONUÇLARI:


Sonuçlar, Türk çocuklarının 1978 yılına ait değerleri, İsveç ve ABD’de yaşayan çocukların güncel değerleri ve Dünya Sağlık Örgütü tarafından oluşturulan büyüme eğrileri ile karşılaştırıldı.


Türk çocuklarının ilk 5 yıldaki güncel büyüme standardı: 30 yıl önceye göre boy uzadı Yaklaşık 30 yıl öncesine göre beş yaşındaki Türk çocuklarının boyu erkeklerde 0.9 cm, kızlarda 1.1 cm daha uzun bulundu. Vücut ağırlığı açısından kızlar 30 yıl öncesine göre 220 gr daha ağır, erkekler 160 gr daha hafif bulundu.


İlk 6 ayda ABD ve İsveç’ten daha kilolu İlk altı ayda yeni standartlara göre çocukların vücut ağırlığı eski Türk çocukları standardına, ABD ve İsveç standardına kıyasla daha fazla. Bu fark ortalama 200-400 gram idi. Yeni standartlara göre 1-2 yaş arası vücut ağırlığı, eski Türk çocukları standardına, ABD ve İsveç çocuklarınınkine göre biraz düşmekte, ancak iki yaşından sonra İsveç çocukları dışında yüksek seyretmektedir.


Bu bulgu, çalışma grubumuzda tek başına anne sütü ile beslenme oranının daha yüksek olmasıyla açıklanabilir. ABD’li çocuklardan daha uzun Üçüncü aydan itibaren çocukların boyu eski Türk çocukları standardına, ABD ve İsveç çocuklarınınkine göre daha uzun idi.

Üç yaşına doğru İsveç çocukları öne geçmektedir. İlk beş yaşta eski Türk standartlarına ve ABD standartlarına göre çocuklar 0.5-1.8 cm daha uzun bulundu.

Baş çevresi ABD ve İsveç’liden belirgin büyük Yeni ve eski Türk çocukları standartları benzerdi. Özellikle altı aydan sonra Türk çocuklarının baş çevreleri Dünya Sağlık Örgütü değerleri, ABD ve İsveç çocuklarınınkinden belirgin büyük bulundu. Bu fark 0.8-1 cm kadar olabiliyordu.

Kanserden korunmanın 5 altın kuralı


Ali Osman Sönmez Onkoloji Hastanesi Başhekimi Dr. Fevzi Harorlu, kanserin önlenebilir bir hastalık olduğunu belirterek kanserden uzak durmak için 5 öneride bulundu.

Ali Osman Sönmez Onkoloji Hastanesi Başhekimi Dr. Fevzi Harorlu, kanserin önlenebilir bir hastalık olduğunu belirterek, "Tedavide yüzde 70 başarı sağlanıyor. Kanserden uzak durmak için vatandaşlarımız spor yapmalı, sigara ve alkolden uzak durmalı, dengeli beslenmeli, radyasyona maruz kalmamalı ve Hepatit aşısını yaptırmalı" dedi. Bir tanesinin kurtulması bile büyük sevinç Bursa'da 1-7 Nisan tarihleri arasında düzenlenen "Kanser Haftası" etkinlikleri, kanser hastalarının el işi sergisi ve Bursa İl Sağlık Müdürü İsmail Hakkı Çelik, Ali Osman Sönmez Onkoloji Hastanesi Başhekimi Dr. Fevzi Harorlu, Kanserle Savaş Derneği Şube Başkanı Tülay Çağlar tarafından Muradiye Medresesi'nde düzenlenen tanıtım toplantısıyla başladı. Kanserin korkulacak ve tedavi edilemeyecek bir hastalık olmadığını ifade eden İl Sağlık Müdürü İsmail Hakkı Çelik, "Bugüne kadar kanseri tedavisi olmayan bir hastalık olarak düşünen ve kanseri tanımayan insanların bir tanesinin bile kurtulması bizim için büyük sevinç ve mutluluk olacaktır" dedi. Şu anki başarı oranı yüzde 70 Bu yıl 5.'si düzenlenen Kanser Haftası etkinliklerinin amacının kanserin nedenleri, kanserden korunma ve erken tanı konularında bilgilendirme olduğunu söyleyen Dr. Fevzi Harorlu ise, Kanser Haftası'nda en büyük mücadelenin sigarayla olacağını ifade etti. Kanserin tanısı, belirtisi, erken teşhisi konusunda halkı bilinçlendirmeyi amaçladıklarını söyleyen Harorlu, "Halkın bilinçlenmesi kanserle mücadelede ilk sırada geliyor. Çünkü kanser önlenebilir bir hastalık. Tedavisinde çok yol katedildi. Şu an tedavide yüzde 70 başarı sağlanıyor" diye konuştu. Beş altın yüzüğe dikkat edilmeli Yeni sloganlarının "beş altın yüzük" olduğunu kaydeden Harorlu, "Spor yaparak, sigara ve alkolden uzak durarak, dengeli beslenerek, güneş ışığı ve radyasyondan uzak durarak ve Hepatit aşısı yaptırarak kanserin yarısını önleyip, yarısına da engel oluruz. Her yıl Türkiye'de 60 bin insanı kanserden kaybediyoruz. Ancak beş altın yüzüğe dikkat edersek, ölen 60 bin insandan 30 binini kurtarabiliriz" şeklinde konuştu. Sigara-kanser ilişkisi Türkiye'de trafik kazalarında yılda 5 binden fazla insanın hayatını kaybettiğini hatırlatan Harorlu, "Biz ise kanserden yaklaşık 60 bin kişi kaybediyoruz .Ölenlerin 30 binini önlenebilir sebeplerden dolayı kaybediyoruz. Önlenebilir sebeplerin başında ise sigara ve alkol gelmekte. Yılda 40 bin kişi akciğer kanserine yakalanırken, 20 bin kişinin ölüm sebebi arasında sigara yer alıyor. Bu sebepten dolayı bu yılda sigarayla mücadele, kanserle mücadelede en önemli etken olacak" dedi.

Toplantının ardından Ali Osman Sönmez Onkoloji Hastanesi hastaları ve Bursa Kanserle Savaş Derneği tarafından gerçekleştirilen el işi sergisi törenle açıldı. 11 konferans ve 12 sosyal etkinlik programının yer alacağı Kanser Haftası etkinlikleri, 30 Mart Pazar sabahı Heykel'den Kapalı Spor Salonu'na kadar yapılacak geleneksel Kanser Haftası yürüyüşü ile devam edecek.

21 Mart 2008 Cuma

Kansere karşı havuç yiyin



Havuç tüketiminin bağışklık sistemini güçlendirdiği açıklandı

Uzmanlar, kansızlık halinde sabah, öğle ve akşam bir çay bardağı taze havuç suyu içilmesini, eğer suyu çıkarılamazsa havucun ince ince rendelenmesini ve iyice çiğnenerek yenilmesi öneriliyor.


Mide ve bağırsak kanamalarında da havuç suyu çok faydalı.

Havuç;

özel şekeri ve içerdiği A vitamini ile karaciğeri kuvvetlendiriyor.

Her gün bir havuç yemek, akciğer kanseri tehlikesini yarıya indiriyor.

Havuçtaki beta-karotin, gözleri yaşlılığın getirdiği görme zayıflığından koruyor ve bağışıklık sistemini güçlendiriyor.


Havuç ayrıca, anne sütünü arttırıyor, yüz ve boyun bölgesindeki kırışıklıkları gideriyor ve cildin kurumasını engelliyor

20 Mart 2008 Perşembe

Burnunuzdan nefes alın!


Çünkü, ağızdan nefes alanlar 'hiç dinlenemeden uyanırlar', dudakları çatlar, dişetleri geriler, dillerinde kuruluk olur, hatta farenjit ya da bronşite yakalanırlar...


ERCİYES Üniversitesi'nden Prof. Dr. Mustafa Erkan, burun yerine ağızdan nefes alan insanlarda pek çok rahatsızlığın ortaya çıkabileceğini açıkladı.

Burnun solunan havayı ısıtıp nemlendirdiğini, yabancı maddeleri süzerek akciğerlere hazır hale getirdiğini söyleyen Erkan, "Geceleri burun tıkalı olduğunda ağızdan nefes alınır.

Bu, horlamaya ve uyku sırasında nefes durmasına neden olabilir.

Kişi devamlı yorgun, bitkin, huzursuz, asabi olur" diye konuştu.


PROF. Dr. Erkan şunları söyledi: "Ağızda burundaki gibi nemlendirici bir sistem yok. Bu nedenle kuru hava, dudakların, dişetlerinin, dilin, yanakların ve yutağın mukozasının nemini alarak kurutur. Burnu tıkalı olanlar bu nedenle uyandıklarında perişan olur.

Dudakları çatlar, dişetlerinde gerilemeler, dillerinde kuruluklar oluşur. Sonuçta kronik farenjit ortaya çıkar. Burundan nefes alamama bronşite ya da akciğerlerde başka problemlere de yol açabilir."

Gençlerde ani kalp krizi riski yüksek


Kayseri'de son 10 gün içinde 2 öğrenci ile 35 yaşındaki bir öğretmen kalp krizi sonucu can verdi. Dün 25 yaşındaki bir teğmen ile 28 yaşındaki bir uzman çavuş da kalp krizinden hayatını kaybetti. 50 yaş altındakilerde artan bu ani kalp ölümleri üzerine uzmanlar "Gençlerde risk daha yüksek" diyerek, yapılması gerekenler hakkında uyarılarda bulundu.


Florence Nightingale Hastanesi kardiyologlarından Prof. Dr. Murat Gülbaran, 50 yaş üzerindekilerin kalp krizini daha yumuşak geçirdiğine, daha genç olanlarda ise ani ölümlerin görüldüğüne dikkat çekerek, "Yaş ilerledikçe kalpten ölümlerin damar tıkanıklığına bağlı olma ihtimali yüksekken, 30 yaş altındakilerde doğumsal hastalıklara bağlı ani ölümler ortaya çıkar" dedi. Gülbaran, 50 yaşından itibaren kişilerin sporda kendini çok zorlamadığını, ancak gençlerin "30'un altındayım, istediğimi yaparım" zihniyetiyle daha ağır sporlara yöneldiğini kaydetti.


Hiçbir belirti vermez


Anadolu Sağlık Merkezi'nden Dr. Hamit Kadri Aşkın da "gizli kalp" hastalığına dikkat çekerek, "Bu hastalığa 'gizli kalp hastalığı' denilmesinin nedeni hiçbir şikâyete neden olmaması, hastayı doktora yönlendirecek bir belirti vememesidir" diye konuştu.


Hisar Intercontinental Hospital kardiyoloğu Dr. Ela Kavlak da, 35 yaş ve altındaki gençlerde spor yaparken kalbe bağlı ani ölümlerin her yıl ortalama 100 binde 2.1 oranında görüldüğünü belirtti.


Gençlerde spor yaparken ani ölümün önlenebilmesinin, sportif aktiviteye başlama kararı verildikten sonra belli tarama testlerinin yapılmasıyla büyük oranda önlenebileceğine dikkat çeken Kavlak, şunları söyledi:


"Fizik muayene, kan tahlili ve EKG testlerinde anormallik saptanan veya ailesinde, özellikle anne, baba ve kardeşlerinde kalp hastalığı veya ani ölüm öyküsü bulunan gençlere ise ekokardiyografi, efor testi ve 24 saatlik EKG kaydı (ritm holter) gibi daha ileri tarama tetkikleri uygulanmalıdır."

18 Mart 2008 Salı

Sporda Bayanlar


Bayanlar, sportif aktivitelerin hepsinde yer alabilirler. Ancak erkekler ile bayanlar arasındaki özel fiziksel farklılıklardan dolayı, bayanlar bazı spor dallarında üstün olabiliyorlarsa da bazı spor dallarında erkekleri e aynı performans düzeyine ulaşamazlar.

Düzenli ve yoğun egzersiz yapan bayanlar: adet gören kadınlarda siklusun kaybı, adet kanamasında miktar olarak azalma, ve bunların etkisi ile omurga kemik mineral yoğunluğunda azalma ve erken yaşta osteoporoz ve stres kırıkları(travma olmaksızın kas kasılmalarına bağlı kırıklar) şansının artması gibi risklerle de karşı karşıyadırlar.
Gebelik, daha ileri dönemlerinde değişiklik yapılmaya ihtiyaç duyulmasına rağmen, herhangi bir anormal seyir olmadığında, fiziksel aktiviteye doğrudan engel olmaz.
ANATOMİ VE FiZYOLOJİ: Bayanlar, sporda baylarla karşılaştırıldıklarında, performanslarını etkileyebilecek temel fizyolojik ve anatomik farklılıklara sahiptirler. On yaşına kadar bayanlar ve baylar fizyolojileri yönünden çok benzerdirler. Ergenliğin başlaması ile sekonder seks karakterleri gelişir ve seksler arasındaki farklılıklar belirir.
Bayanlar genellikle baylardan daha kısa ve daha hafiftirler. Kızlar ergenliğe ortalama erkeklerden 2 yıl önce girer ve 2 yıl önce tamamlarlar. Kızlarda 10 yaş, erkeklerde 12 yaş civarında büyüme hızı artmaya başlar ve ergenlik çağındaki kişilerde belirgin hızlanma görülür. Bu dönemde erkekler 30 cm., kızlar 10-20 cm. uzar. Ağırlık ise 7-30 kg., ortalama 20 kg. artar. Erişkin boy uzunluğunun % 20-25'i bu dönemde kazanılır. Boyca artış kızlarda 8 cm/yıl, erkeklerde 10 cm./yıl olmaktadır. Boyca uzama hızı erkeklerde on iki buçuk, on beş buçuk yaşları arasında pik yaparken, kızlarda bu pik erkeklerden ,2 yıl önce olmaktadır.
Ergenlik dönemindeki kişilerde, kas-iskelet sistemi ve iç organlarda, özellikle üreme organlarında belirgin büyüme ve gelişme olmakta, el bilek kemiklerinde kıkırdak yapılar kalsifiye olmakta ve kemikleşmede belirgin artış olurken, lenfatik dokuda ve erkeklerde cilt altı yağ dokusunda azalma olmaktadır. Bacaklar gövdeye göre daha hızlı büyür ve büyümesini daha önce tamamlar. Ağırlık artışı ise, boyca uzamanın pik yapmasından yaklaşık 6 ay sonra belirginleşmektedir. Deri altı yağ dokusu kızlarda 8, erkeklerde 10 yaş civarında artmaya başlar, erkeklerde boyca uzamanın pik yapmasından sonra azalırken, kızlarda artış devam eder ve en çok kalça ve omuzda lokalize olur. Kas dokusundaki artış boyca uzamanın pik yapmasından yaklaşık 3 ay sonra maksimuma erişir.
Bayanlarda, ergenlikten sonra taşıyıcı eklemlerin açıları atmıştır. Bu bayanlara fırlatma ile ilgili olaylarda mekanik bir dezavantaj sağlar. Daha geniş pelvis, femur açısını arttırır; bu quadricepsin origo-insersiosu arasındaki çizgiyi döndürür, bu dönüş dizi de etkiler (Q. insersiosu patella üzerinden tibial tüberküle uzanır) ve patellafemoral ekleme doğru kuvvet artışı yaparak, bazı aktivitelerde ön dizde ağrı oluşmasına neden olur.
Bayanlarda ağırlık merkezi de daha aşağılardadır. Bu dengenin önemli olduğu aktivitelerde bayana avantaj sağlarken, atlama ile ilgili spor dallarında dezavantaj sağlar.
Bay ve bayanlar arasındaki bir fizyolojik farklılık da, O2(oksijen) uptake'nin bayanlarda daha düşük olmasıdır. Bu farklılık, bayanın dayanıklılık sporlarındaki başarısını negatif etkiler. Daha düşük 02 alımı, total vücut kitlesi ile ilgili olarak, daha küçük kalp ve daha küçük akciğerlerden dolayıdır. Daha küçük kalp demek, daha küçük atım hacmi demektir. Yani bir pay ile aynı miktar O2(oksijen) uptake'ini başarmak için bir bayan, daha yoğun çalışmak ve daha büyük kalp hızına sahip olmak zorundadır. Bazı elit bayan sporcular dayanıklılık sporlarında ortalama bay değerlerine ulaşabildilerse de, tabii ki buna ulaşmada bir sınır olduğu için, bir antremanlı bayan, bir antremanlı bay kadar aynı O2(oksijen) uptake'ini asla başaramaz.
Max. O2(oksijen) alımı, aerobik çalışma kapasitesini tayin eden önemli bir şeydir.
Bayanları dayanıklılığa dayalı sporlarda rölatif olarak dezavantajlı duruma sokar. Daha düşük O2(oksijen) alımı, ağırlığa oranla daha az miktardaki kan ile birliktedir.
Baylarda 5-6 it. kan var iken, bayanlarda 4-4.5 it. kan bulunur. Aynı zamanda bayanlarda her ünite kan volümü başına daha az hemoglobin vardır. böylece de kaslara nisbeten daha az O2 (oksijen) taşınır.

Bayanların yağsız vücut kitleleri baylardan daha düşüktür. Kas uzunluğu da her ne kadar, kesitlerde benzer olmasına rağmen, bayanlarda daha az kas vardır. Bu demektir ki, ortalama bayan uzunluğu ortalama bayların yaklaşık % 60'ldır. Bu durum antrenman ile olumlu etkilenebilirse de hiçbir zaman baylara eş olamaz.
Bayanların total vücut ağırlıklarının yaklaşık % 25-33'ü yağdır, erkeklerde ise % 15-18 dir. Zayıf bayanların vücut yağı % 20'den azdır, zayıf bayların ise % 10'dan azdır. Yağ oranının artması bayanların performansını birçok aktivitedeki baylara göre rölatif olarak azaltır. Çünkü yağ oranının fazlalığı sadece su üzerinde durabilme ve izolasyonun gerekli olduğu yani ekstra yağ kitlesine ihtiyaç duyulan uzun mesafeli yüzme gibi durumlarda avantaj sağlar.
Bayanların iskelet kaslarının diğer kaslarından farklı olarak yağları enerjiye çevirmede daha büyük kapasiteye sahip olduğu ileri sürülüyor. Bu özellik, dayanıklılığa dayalı sporlarında bayanları daha uygun duruma getirir, ultra dayanıklılık durumlarında bayana avantaj sağlar.
Bayanlar, baylar ile aynı sayı ve konsantrasyonda ter bezlerine sahiptirler ama daha az terlerler. Bayanlar terleyerek daha az ısı kaybederler, yani daha az su kaybederler. Gerçekte radyasyonla daha fazla ısı kaybederler ki bu da nemli ortamlarda bayanlara avantaj sağlar.
Genel olarak bayanlar, baylardan daha elastikidirler, bu jimnastik, bale gibi sporlarda bayan için olumludur, Ancak daha fazla elastikiyet, daha fazla tendon yaralanması demektir.

Kadın Sağlığı ve Çalışma Hayatı


Üreme sistemleri ile ilgili farklar dışında, kadın ve erkek işçilerin zararlı iş koşullarından ve bunları kontrol önlemlerinden aynı şekilde etkilendiğine dair yaygın bir yanlış anlayış vardır. Kadınlar ve erkekler çoğu kez aynı hastalıktan etkilenirken, fiziksel, metabolik, hormonal, fizyolojik ve psikolojik olarak faklılık gösterirler. Örneğin, kadınların ortalama beden ve kas kütlelerinin daha küçük olması nedeniyle kişisel koruyucu giysilerin ve araçların ölçülerine uygun olup olmadığına dikkat etmek gerekir. Aynı şekilde, ortalama beden kütlesinin erkeklerden daha küçük olması kadınları alkolün karaciğer ve santral sinir sistemi üzerine etkileri açısından daha duyarlı kılar.

Çalıştıkları iş türleri, yaşam biçimlerini etkileyen sosyoekonomik ortam ve sağlığı geliştirme programlarına katılım ve yanıt açısından da faklılıklar gösterirler. Son zamanlarda bazı değişiklikler olmasına rağmen, kadınlar genellikle sıkıcı derecede rutin ve tekrarlayıcı kazalara maruz kaldıkları işlerde çalışıyorlar. Ücret eşitsizliği yaşıyor; ev işleri, çocuk ve yaşlı bakımı gibi erkeklerin aynı derecede paylaşmadığı sosyal sorumluluklar taşıyorlar.
Gelişmiş ülkelerde kadınların beklenen yaşam süresi, hemen her yaş grubunda, erkeklerden uzundur. Beklenen yaşam süresi 45 yaşındaki bir Japon kadın için 37.5 yıl, İskoç kadın için 32.8 yıl iken diğer birinci dünya ülkelerinden kadınlar için de bu sınırlar arasındadır. Bu gerçekler kadınların sağlıklı olduğu gibi bir algılamaya neden olur. Bu "extra" yılların, çoğu önlenebilir olan kronik hastalıklar ve sakatlıklarla geçirildiği gerçeği ise gözden kaçırılmaktadır. Birçok kadın karşılaştıkları sağlık risklerinden, dolayısıyla bu risklerin kontrolü ve ciddi hastalık ve kazalardan korunma yöntemlerinden haberdar değildir. Örneğin, birçok kadın meme kanseri riskinin fakındayken, zaman içinde kadınlarda majör ölüm nedeni haline gelen kalp hastalıklarının ve primer olarak sigara kullanımındaki artışa bağlı olarak ki koroner arter hastalıkları için de majör risk faktörüdür. artış gösteren akciğer kanserinin farkında değillerdir.
Amerika Birleşik Devletleri'nde, 1993 yılında, 2500 erişkin kadın ve 1000 erişkin erkekle görüşülerek yapılan ulusal bir araştırma (Harris ve ark.1993) kadınların ciddi sağlık sorunları yaşadıklarını ve gerekli tıbbi yardıma ulaşamadıklarını göstermiştir. Araştırma sonuçlarına göre, her on kadından üç veya dördünün uygun klinik koruyucu hizmet almamaları nedeniyle tanısı konulmamış, tedavi edilebilir hastalık riski taşıdığı saptanmıştır. Koruyucu hizmet almamalarının nedeni, sağlık sigortalarının olmaması veya doktorlarının test yaptırmalarını ve araştırmanın gerekli olduğunu söylememesidir. Ayrıca, araştırmaya katılan önemli sayıdaki kadının kişisel doktorlarından memnun olmadıkları görülmüştür: on kadından dördü (erkeklerin iki katı) doktorun kendilerini ciddiye almadığını ifade etmiş ve % l7’sine (erkeklerde % 10) problemin "kafasında" olduğu söylenmiştir.
Ruhsal hastalık oranları kadınlar ve erkekler için kabaca aynı iken hastalık türleri değişmektedir: kadınlarda depresyon ve anksiyete bozuklukları daha sık görülürken erkeklerde madde ve alkol bağımlılığı ve anti sosyal kişilik bozuklukları sıktır (Glied ve Kofman 1995). Erkekler genellikle ruh sağlığı uzmanlarından yardım alırken, kadınlar sıklıkla birinci basamakta tedavi edilmekte ve çoğu ihtiyaç duydukları ilgiyi görememektedir. Kadınlar, özellikle yaşlı kadınlar, fazla oranda psikotropik ilaç reçetesi almakta ve bu durum psikotrop ilaçların muhtemelen aşın tüketildiği konusundaki kaygıyı arttırmaktadır. Çok sık olarak, önlenebilir ve tedavi edilebilir sorunlardan ve stresten kaynaklanan zorluklar, sağlık çalışanları, aile üyeleri, şefler ve çalışma arkadaşları ve hatta kadınların kendileri tarafından "ay hali' veya "yaşam değişikliği" yansıması olarak tanımlanmakta ve tedavi edilmeden bırakılmaktadır.
Saydığımız koşullar, kadınların yaşlı ya da genç olsun bedenlerini tanıdıkları ve onun nasıl işlediğini bildikleri varsayımıyla birleşmektedir. Bu varsayım doğruluktan uzaktır. Bu konuda yaygın bir ihmal ve eleştirilmeden kabul edilmiş yanlış bilgilenme söz konusudur. Çoğu kadın bilgisizliğini açıklamaktan utanmakta ve "normal" veya basit açıklamaları olan semptomlar nedeniyle kaygı taşımaktadır.
Kadınlar, çalışma yaşamının büyük bir kısmında işgücünün %50'sini oluşturduğuna ve bazı sektörlerde daha fazla yer aldıklarına göre; önlenebilir ve düzeltilebilir sağlık sorunları sağlıkları, üretkenlikleri ve çalıştıkları şirketler üzerinde belirgin ve ortadan kaldırılabilir bir yük doğurmaktadır. Bu yük, kadınlar için düzenlenmiş bir işyeri sağlık geliştirme programı ile belirgin şekilde azaltılabilir.
Kadın Sağlığını Geliştirmek için İşyeri Programı
Sağlık bilgisinin büyük bir kısmı gazeteler, dergiler ve televizyon kanalıyla edinilmektedir. Fakat bu bilgilerin çoğu eksiktir ve belli ürünlerin ve hizmetlerin tanıtımı için uyarlanmıştır. Medya, genellikle, tıbbi ve bilimsel gelişmelerin tanıtımında, cevaplandırdığından daha çok soru sormakta ve hatta gereksiz gerginliklere yol açmaktadır. Sağlık çalışanları hastanelerde, kliniklerde ve özel muayenehanelerde hastanın semptomları ile bağlantılı olmayan önemli sağlık konuları ile vakit harcamamak içiıı hastanın verilen bilgileri anlayabilecek bir altyapıya sahip olup olmadığından emin olmak konusunu çoğu kez eksik bırakmaktadırlar.
İyi düzenlenmiş bir işyeri sağlık geliştirme programı, kesin ve tam bilgilenme, grup içinde ve bireysel görüşmelerde soru sorabilme fırsatı, klinik koruyucu hizmetler, sağlık geliştirme etkinliklerine katılını fırsatı, hastalık ve sakatlıkları asgari düzeye çekebilmek için danışmanlık hizmetini içermelidir. İşyeri, sağlık deneyimlerinin ve bilgilerinin paylaşımı için hele de sağlık sorunları iş koşulları ile bağlantılıysa ideal bir ortamdır. Sağlıklı yaşam biçimine ulaşılması ve sağlık geliştirici etkinliklere katılım için çalışma arkadaşlarının varlığı ek bir motivasyon sağlar.
Kadınlara yönelik programlar büyük bir çeşitlilik göstermektedir. Ernst ve Young adlı büyük bir firma, Londra’daki çalışanları için dışarıdan gelen bir konsültan tarafından düzenlenen Kadınlar İçin Sağlık Seminerleri organize etmiştir. Seminerlere tüm düzeylerden çalışanlar katılmış ve çok memnun kalmışlardır. Katılan kadınlar sunumlarının biçimini belirleme konusunda serbest bırakılmıştır. Konsültan dışarıdan geldiği ve çalışma statüleri için bir tehdit oluşturmadığı için, birlikte kadın sağlığı hakkında kafalarının karışık olduğu birçok konuyu tartışmış ve açıklığa kavuşturmuşlardır.
İngiltere'de BUPA (British United Provident Association) Sağlık Merkezleri 35 bağlantılı ancak coğrafi olarak ayrı birimde gezici sağlık üniteleriyle binlerce kadına hizmet vermiştir. Kadınların büyük bir çoğunluğu sağlık geliştirme programlarına işverenleri tarafından gönderilmiş, geri kalanlar bağımsız olarak katılmışlardır.
BUPA, en azından İngiltere'de, sadece kadınlara koruyucu hizmet veren muhtemelen ilk kadın sağlığı merkeziydi. Hastane bazlı ve bağımsız kadın sağlığı merkezleri yaygınlaşmakta ve varolan sağlık sistemi içinde yeterli hizmet alamayan kadınlar için bir çekim merkezi oluşturmaya başlamaktadır. Prenatal ve obstetrik hizmetler yanında özellikle koruyucu hizmetlere önem veren birinci basamak sağlık hizmeti sunulmaktadır.
Johns Hopkins School of Hygiene and Public Health'den araştırmacılar tarafından, Commonwealth Foundation desteğiyle yapılan, 1994 yılı Kadın Sağlığı Merkezleri Ulusal Araştırmasına göre ABD'de 3600 kadın sağlığı merkezi vardır (Weisman 1995). Bunların %71'i primer olarak rutin jinekolojik muayene, Pap testi ve aile planlaması hizmeti verirken; %82'si gebelik testi ve kürtaj danışmanlığı; %5O'si kürtaj; ayrıca cinsel yolla bulaşan hastalıkların tespiti ve tedavisi, meme muayenesi ve kan basıncı kontrolü hizmetleri verilmektedir. Bu merkezlerin birçoğu çevresindeki işyerlerinin kadın çalışanlarına işyeri kadın sağlığını geliştirme programları çerçevesinde hizmet sunmaktadır.
Verilen hizmet türü ne olursa olsun, kadın çalışanlar için işyeri sağlık geliştirme programının başarısının sırrı sadece sunulan bilgi ve hizmetin güvenilirliğinde değil, daha önemlisi, sunuluş biçiminde yatmaktadır. Programlar kadınların yaklaşımları, anlayışları ve aynı zamanda kaygıları dikkate alınarak belli bir duyarlılıkla hazırlanmış olmalıdır. Bir yandan destekleyici olmalı ve hizmeti bir lütufmuş gibi sunmamalıdır.
Kadınların Sağlığı ve Çalışma Yaşamları
Kadınlar ücretli işgücü piyasasında kalıcıdır. Hatta birçok endüstrinin temel işgücünü oluşturmaktadır. Erkeklerle her açıdan eşit uygulamalarla karşılaşmalıdırlar. Sadece bazı sağlık deneyimleri açısından farklılık gösterirler. Sağlık geliştirme programı kadınları bu farklılıklar konusunda bilgilendirmeli; ihtiyaç duydukları ve istedikleri sağlık hizmeti türüne ve kalitesine ulaşmaları için güçlendirmelidir. Şirketler ve yöneticiler kadınların çoğunun önemli kadın hastalıkları yaşamadıkları, yaşayan küçük bir kısım için de önleme ve kontrolün mümkün olduğu konusunda eğitilmelidir. Kadın hastalıkları, çok nadir olgular dışında ve benzer hastalıkları olan erkeklerden daha sık olmayacak düzeyde, kadınların tam katılımı ve etkin iş performansının önünde engel oluşturmamaktadır.
Birçok kadın yönetici bulundukları yüksek pozisyonları sadece işlerinin mükemmel olmasından dolayı değil, aynı zamanda hiçbir kadın hastalığı yaşamadıklarından dolayı elde etmişlerdir. Bu durum bazı kadın yöneticilerin bu tür sorunları yaşayan kadınlara karşı daha tahammülsüz ve destekleyici olmayan bir tavır sergilemelerine yol açabilir. Görünen o ki, işyerinde kadınların yükselmelerinin önündeki engellerden biri de kadınların kendileridir.
Kadın sağlığı konularına ve sorunlarına odaklanan ve onları uygun duyarlılık ve bağlantı ile yönlendiren bir işyeri kadın sağlığı geliştirme programının sadece çalışan kadınlara değil, aynı zamanda onların aileleri, toplum ve çalıştıkları işyerlerine de faydası vardır.

12 Mart 2008 Çarşamba

'Çocuğunuzu çok öpmeyin, öptürmeyin!'


Memorial Hastanesi İç Hastalıkları Bölüm Koordinatörü Prof. Dr. Yavuz Baykal, daha çok çocuk ve genç erişkinlerde rastlanan, boğaz ağrısı ve lenf bezlerinde büyümeyle kendini gösteren ''öpücük hastalığı''na dikkati çekti.

Baykal, yaptığı yazılı açıklamada, okullarda çok yaygın olan ''öpücük hastalığı''na vurgu yaparak, şunları kaydetti: ''Öpücük hastalığı, yani infeksiyöz mononükleoz (İM), daha çok çocuk ve genç erişkinlerde rastlanan, boğaz ağrısı ve lenf bezlerinde büyümeyle kendini gösteren bir hastalıktır. Ebstein Barr virüsü (EBV) tarafından oluşturulan enfeksiyon, tükürük ve boğaz salgısıyla çıkarılır, yakın temasla (öpücük), kan yoluyla veya enfeksiyonlu eşyalarla kişiden kişiye geçer.'' Kötü hijyene sahip ve kalabalık bölgelerde yaşayanlarda görülen öpücük hastalığının, annenin ağzında öğüttüğü gıdaları daha sonra bebeğine veren ailelerde daha kolay ortaya çıktığını da belirten Baykal, ''İnfeksiyöz mononükleoz, her iki cinsiyette ve yılın her mevsiminde görülür. Virüs, tükürük ve salyayla çıkarılarak ve yakın temas ile bulaştırılarak, boğaz mukozasından vücuda girer. Önce boğaza ve tükürük bezi hücrelerine, daha sonra da gırtlakta bulunan duyarlı B lenfositlere ulaşır'' dedi. Baykal, hastalığa karşı, ''çocuklarınızı çok öpmeyin, öptürmeyin'' uyarısında da bulundu.
-BELİRTİLER-
Hastalığın belirtilerine de işaret eden Baykal, şunları kaydetti: ''Hastanın yaşı, klinik belirtilerde önemlidir. Özellikle çocukluk çağında; lenf bezlerinde büyüme, bademcik iltihabı gibi tipik bulguların yanı sıra boğaz iltihabı, kulak iltihabı, karın ağrısı ve ishal gibi belirtilere de neden olabilir. Genç ve erişkinlerde ise yüksek ateş, boğaz ağrısı, lenf bezlerinde şişme ve kanda atipik hücreler görülür. Genellikle 3-5 gün kadar süren halsizlik, iştahsızlık, bulantı, batında dolgunluk hissi, kas ağrıları, ateş basması, üşüme, titreme, terleme gibi belirtileri görülebilir. Hastalar en sık boğaz ağrısı şikayetiyle doktora başvururlar. Hastaların büyük bir çoğunluğunda öğleden sonra 40 dereceyi bulan ateş görülür. Ateşli dönem, ortalama 10-14 gün kadar sürer. Bademcikler büyük, boğaz kızarık görünümlü ve bezen beyaz zar ile kaplı olabilir. Boğaz ağrısı şikayeti 7-10 gün kadar devam eder. Bazı hastalarda yumuşak-sert damak birleşim yerinde kırmızı lekeler görülebilir. Bazı hastalarda göz etrafında şişlik görülebilir. Olguların çoğunda arka boyun kısmında lenf bezi büyümesi vardır. Bazı hastalarda karaciğer ve dalak büyümesi görülebilir. Bazı hastalarda ise gövde, el ve ayakların üst tarafında döküntüler görülebilir.'' 40 yaşın üzerindeki toplumun yüzde 6'sının EBV infeksiyonuna yatkın olduğunu da dile getiren Baykal, hastalığın tedavisinde istirahatin çok önemli olduğunu kaydetti. Baykal, hekim kontrolünün ve tedavinin de önemine vurgu yaptı. Hastalığın komplikasyonlarının oldukça nadir görüldüğünü, en sık görülenin ise bir nevi kansızlık olan otoimmün hemolitik anemi olduğunu anlatan Baykal, ''Bazı hastalarda, bademciklerde büyüme, boğazda lenfoid hiperplazi ve beyaz zar oluşumuna bağlı üst solunum yolu tıkanıklığı gelişebilir. Dalak yırtılması çok nadir ancak akılda tutulması gereken bir komplikasyonudur. Nörolojik komplikasyonlardan olan beyin iltihapları bu yolla ölümlerin en önemli nedeni olmasına rağmen, vakaların büyük kısmı iyileşmeyle sonlanır. Hastalıkla ilgili aşı çalışmaları vardır ancak henüz uygulanan bir bağışıklama yolu yoktur'' dedi.

15 saniyede gözlüklerden kurtulun


Türk doktor Sinan Göker'in geliştirdiği yeni yöntemle yakını görme sorunu 15 saniye gibi bir sürede ortadan kaldırılabiliyor.


Herhangi bir yan etkisi olmayan ve acı vermeyen yöntemle yakını göremeyen hastalar, operasyonun ertesi gün net bir şekilde görmeye başlıyor. Sinan Göker, bu yeni uygulamanın göz tedavisinde bir çığır açacağını belirterek, bunun Türk tıbbı açısından çok önemli bir gelişme olduğunu açıkladı. Uluslararası Oftalmoloji dünyasının senelerdir üzerinde çalıştığı ve son 20 yılın en önemli buluşu saydığı, 40 yaş sonrasında ortaya çıkan yaşa bağlı yakını görme kusuru (presbiyopi) tedavisinde başarı oranı yüksek "Intra-Stromal Presbiyopi " tedavisi, bir Türk doktorun da yer aldığı ekip tarafından Kolombiya'da geliştirildi. Uzun yıllardır üzerinde çalışılan bu yöntem, dünyada ilk kez İstanbul Cerrahi Hastanesi Göz Bölüm Başkanı Op. Dr. Sinan Göker ile lasik yöntemini Miyop, Astigmat ve Hipermetrop amaçlı geliştiren doktorlardan Bogata'lı ünlü göz doktoru Dr. Luis Ruiz tarafından geliştirildi. Dr. Sinan Göker, 1997 yılında da Dr. Ruiz'den göz ameliyatlarında ikinci bir yöntem olarak kullanılan lasik tekniğini öğrenmiş ve Türkiye'de ilk kez kendisi tarafından uygulanmıştı. Konuyla ilgili bir basın açıklaması yapan İstanbul Cerrahi Hastanesi Göz Bölümü Başkanı Op.Dr.Sinan Göker, "Bu Türk tıbbi açısından çok önemli bir gelişme. Son 15-20 yıldır böylesi bir gelişme kaydedilmemişti. Yakın görme problemi bu tedavi yöntemiyle ortadan kaldırılacak." dedi. Yaşa bağlı Miyop yani presbiyopinin tedavisinin bugüne kadar gerçekleştirilemediğini belirten Göker, daha önce bazı tedaviler denendiğini ancak bunlarda hiçbir zaman istenilen sonucun alınamadığını kaydetti. Göker, "Yakın düzelirken uzak bozuluyordu. Yakın düzeltilirken uzağı görme bozukluğu da düzeltildi bu yöntemle. Dünyada ilk defa uygulanan bir uygulama. Korneada kesim yapılmadan, lazer ışınları korneanın orta tabakısına etki ediyor. Yaklaşık 15 saniyelik işlemle bir değişiklik gerçekleştiriliyor. Kornea içine 15 saniyelik uygulama ile yakın görme problemi çözüldü." şeklinde konuştu. Dünyada bu uygulamanın ilk olarak 6 ay önce başladığını, geliştirdiği cihazı Kolombiyalı Luiz Ruiz ile uyguladıklarını anlatan Sinan Göker, Kolombiya'da 300'e yakın hastanın tedavi edildiğini açıkladı. Türkiye'de ise 1,5 ay önce başladıklarını, ilk tedavilerde çok iyi sonuçlar aldıklarını anlatan Göker, "Çok kısa sürmesi ve emniyetli olması tedavinin en önemli özelliği. Enfeksiyon kapma durumu olmuyor, ağrı hissedilmiyor. Kornea içinde sadece hava kabarcıkları görülüyor. Yarım saat sonra kabarcıklar da ortadan kalkıyor. Tedaviden bir kaç saat sonra hasta görmeye başlarken asıl net görme bir gün sonra gerçekleşiyor. Yakın tedavisi ile ilgili tam istediğimiz neticeler alınamıyordu. Buradaki asıl problem kişinin uzağı görme sorunu yaşamadan yakını görmesini sağlamaktı. Bu da artık bir yeni uygulama ile başarılmış oldu. Bu konu ilk defa Türkiye'de açıklanmış oluyor." ifadelerini kullandı. Uzağı net gören ve 40 yaşından sonra yakını göremeyen hastalara uyguladıkları bu yeni yöntemin, daha önce lazer tedavisi olmuş kişilere de uygulanabildiğini anlatan Göker, ayrıca kornea içi bir uygulama olduğu için daha önce katarakt ameliyatı olmuş kişilerde de başarıyla gerçekleştirildiğini dile getirdi. Bu tür uygulamaları lüks olarak değerlendirdiği için Sosyal Güvenlik Kurumu'nun karşılamadığını anlatan Sinan Göker, tedavinin fiyatının 2-3 bin Euro arasında değiştiğini söyledi.Şu ana kadar Türkiye'de 30 tedavi gerçekleştirdiklerini belirten Göker, herhangi bir yan etki ile karşılaşılmadığını ifade etti. Göker, "En önemli özelliği zaten yan etki göstermemesidir." dedi. Sinan Göker yakın ve okuma gözlüğü kullanan kişilere yardımcı olmak isteditlerini belirterek, "Kişi gözlüğünü atmak istiyorsa biz bunu emniyetli ve başarılı bir şekilde gerçekleştirebiliriz. Bu uygulamadan sonra çok sayıda insan yakın gözlük kullanmaktan vazgeçecek." şeklinde konuştu.

Güzellik ve sağlık kaynakları!


İş stresinden yorulanlar, kendine vakit ayıramayanlar ya da aksine kendisiyle çok uğraşanlar, sağlıklı beslenmeyi ilke edinenler kısacası sağlıklı güzelliğe kavuşmak isteyenlerin imdadına besinler yetişiyor.
Hangi besinler hangi hastalıklara iyi geliyor, hangi besinlerle zayıflamak veya güzelleşmek mümkün? Cevabı bu yazımızda...Rejim yapanlara, alkol ya da sigaradan vazgeçmeyip ama etkisinden korunmak isteyenlere yer fıstığı; kilo almak isteyenlere üzüm; enerjisi düşük olanlara incir; adet döneminde rahatlamak isteyenlere badem; cildini önemseyenlere kayısı; stresten tansiyonu yükselenlere kaju; hamilelere ise fındık…
Hangi Besin Neye İyi Geliyor?

Kuru Üzüm
• Üzüm ürünlerindeki demir, kalsiyum ve potasyum minerallerinin, kemik gelişimi yanında kansızlığı, halsizliği, zayıflığı ve ishali tedavi edici özelliği bulunmaktadır.• Kilo almak isteyen de rejim yapmak isteyen de üzüm yemelidir çünkü enerji verir.• Protein ve karbonhidrat kaynağıdır• A,B1,B2,B6, C vitaminleri ile fosfat, kalsiyum, demir, fosforik asit, organik asitler, formik asit minerallerini içerir.• Günlük kalsiyumun 1/5'ini ve demirin ise 1/3'ünü karşılar. Mineraller halsizliği, kansızlığı, ishali ve zayıflığı tedavi eder.• Karaciğer zafiyetine, öksürüğe, bronşite de iyi gelir.• Mideye çok faydalıdır.

Kuru İncir
• Enerji verir. • Vitamin ve mineral bakımından zengin bir gıdadır. • Bağırsaklardan toksik maddelerin atılması kandaki kollestrol seviyesinin düşürülmesi gibi faydaları da vardır. • İncirin kurutulmuşu çok değerli olup, iyi bir besin kaynağıdır. • İncirin bünyesinde şeker, albüminli maddeler, organik asitler, pektin, provitamin, A, B1, B2, C vitaminleri, magnezyum, kükürt, fosfor ve unlu maddeler bulunur. • İnciri cevizle birlikte yerseniz hem vücudunuzu zehirlerden korur, hem de bronşite iyi gelerek öksürüğü keser. Nezle için de faydalıdır.

Yer Fıstığı
• Yaşlanmaya karşı vücudu koruduğu gibi alkol ve sigaranın zararlı etkilerini de azaltır. • İçerdiği B3 vitamini zihni açar. • Posalı bir besindir. Posalı besinler kanser yapıcı zararlı maddelerin bağırsakta kalma süresini kısalttığı ve bağırsak duvarı ile temasını azalttığı için kanserden korunmada faydalı olurlar. • Oxford Üniversitesi uzmanları yerfıstığının glisemek endeksi en düşük çerezlerden biri olduğunu ortaya koydu. Yani yerfıstığı kan şekerinizi yükseltmez. Hem yağ depolonmasını yavaşlatır hem de sık sık acıkmanızı önler

Badem
• Omega 3 kaynağı olarak kalp ve damar dostu bir besindir. İçinde bulunan Omega 3 kan pıhtılaşmasını ve damar sertliğini önler; tansiyonu düşürür, şeker hastalarında kalp hastalığı riskini azaltır. • E vitamini bakımından zengin olması nedeniyle antioksidan ve yaşlılık engelleyici bir gıdadır, adet döneminde kan şekeri düşüklüğünü engeller. • Bor bakımından zengindir; kemikleri güçlendirir.• İçinde bulunan kalsiyum kandaki kolesterol düzeyini düşürür, kemik erimesini önler.• İçinde bulunan magnezyum adet dönemi gerginlikleri ile adet öncesinde karında gaz, ruhsal durum değişiklikleri, baş ağrısı, şekerli ve tatlı besinlere istek, uykusuzluk, yorgunluk, baş dönmesi gibi belirtilerin azalmasına yardımcı olur. • Alınan posa miktarı arttıkça koroner kalp hastalığı ve buna bağlı gerçekleşebilecek risklerde azalma olduğu saptanmıştır. Haftada en az 5 adet badem yiyenlerde koroner kalp rahatsızlığının daha az ortaya çıktığı belirtilmektedir. • Bademde bulunan yağlar kötü kolesterolü azaltır. • Vücut direncinin artmasında, yaraların iyileşmesinde, tat ve koku duyusunun oluşumunda faydalı; büyüme, gelişme ve gebelik dönemlerinde ihtiyaç duyulan çinko minerali içerir.

Kayısı
• Cildi, mikrop ve mantarlardan korur, güzelleştirir. • Deriyi korur ve yaraların tedavi edilmesinde birebir besin aracıdır • Gözlere parlaklık verir. • Bağırsak tembelliğini giderir. • Kansere karşı koruyucu bir etkiye sahiptir. • Fazla kiloları önler • İştah açar, kan yapar, bedensel ve ruhsal yorgunlukları alır. • Sinirleri güçlendirir. • Uyku verir. • Cilt güzelliği için birebirdir • Vitamin A yönünden çok zengin bir kaynaktır.

Kaju
• İçerdiği potasyum tansiyon düşürücü özelliğe sahiptir. Ayrıca sinirlerin ve kalp kaslarının sağlıklı çalışmasını sağlar. • Vücudu hastalıktan koruyan, şeker hastalığının gelişimini engelleyen ve antioksidan olarak nitelenen bir mineral olan selenyum içerir. Yine bu mineral, vücudu kimi metal zehirlenmelerinden korur, kansere karşı direnci arttırır. • Özellikle hamilelerde takviyesi gereken demir mineralini içerir. • İçerdiği D vitamini kemiklerin güçlü olmasını sağlar, kemik hastalıklarının oluşmasını önler, bağışıklık sistemini güçlendirir. • İçerdiği magnezyum minerali ile vücudumuzdaki kemik ve sinir dokusunu, kasların çalışmasını ve kalp atışlarını düzenler; adet dönemi gerginliğini azaltır. • Vücut direncinin arttıran, yaraların iyileşmesini sağlayan, sperm hareketlerini arttıran, büyüme, gelişme ve gebelik dönemlerinde etkili olan çinko mineralini içerir.

Fındık
• Omega 3 kaynağı olarak kalp ve damar dostu bir besindir.• İçinde bulunan Omega 3 kan pıhtılaşmasını ve damar sertliğini önler; tansiyonu düşürür, şeker hastalarında kalp hastalığı riskini azaltır.• E vitamini bakımından zengin olması nedeniyle antioksidan ve yaşlılık engelleyici bir gıdadır, adet döneminde kan şekeri düşüklüğüne faydalıdır.• İçerdiği E vitamini şeker hastalığının gelişimini engeller; kalp, damar, beyin ve sinir fonksiyonlarını düzenler, yaraların iyileşmesine faydalı olur, prostat kanserinden korur.• Fındıkta bulunan B5 vitamini stresi giderici özelliği olan bir vitamindir.• İçerdiği B6 vitamini bağışıklık sistemini güçlü tutmaya yarar, kan şekeri düşüklüğüne faydalıdır.• Gebelikte mutlaka takviyesi gereken B9 vitamini içerir. B9 vitamini damar sertliği yapıcı maddeyi azalttığı gibi kalp krizi, felç ve bunama riskini de azaltır.• İçerdiği D vitamini kırmızı kan hücrelerinin yapımında rol alır, cilt yaralarının iyileşmesini hızlandırır.• İçerdiği krom, kan şekerindeki oynamaları engellemek için gereklidir.• Bor bakımından zengindir; kemikleri güçlendirir.